1 Nisan 2015 Çarşamba
Son 10 yılın En İyileri...
Son 10 yılın en iyi futbolcuları tartışmasız onlar... Evet çok sayıda yıldız futbolcu sayabilirsiniz ama onların yetenekleri, büyüleri, teknikleri herkesten farklıydı ve saha içinde yaptıklarını kimseler yapamadı...
Futbolun son 10 yıldaki kareasıdır; Lionel Messi, Cristiano Ronaldo, Arjen Robben ve Zlatan İbrahimovic...
En kritik anlarda sorumluluk alanlar, en fantastik golleri atanlar hep onlar oldu. Futbolu sevdiren, insanları TV başına hapseden, tribünlerin adeta taparcasına sevdikleri kusursuz 4 futbolcu...
Her birinin kariyerleri roman olur, bir gün olacaktır da...
İyi ki varsınız beyler, iyi ki sizi izleyen şanslı insanlardanız...
Etiketler:
Cristiano Ronaldo,
Dünyanın en iyi futbolcuları,
İbrahimovic,
Messi,
Robben
25 Mart 2015 Çarşamba
Emre Belözoğlu Kim?
En kötüsüde ne biliyor musun Emre?
Sen bir gün futbolu bırakıp, birkaç sene geçtiğinde ve seni tanımayan bir jenerasyon, seni büyüklerine (babasına, abisine, yakınına) sorduğunda;
- Emre Belözoğlu nasıl bir futbolcuydu?
Verilecek tek bir cevap olacak biliyorsun di mi?
"Agresif, kabadayı, ırkçı, küfürbaz, sınır tanımayan ve asla hatasını kabul etmeyen kindar bir futbolcu..."
.......................................
"Burası Kadıköy, kimse 'dayı'lanamaz" dedin ya Bilic'e karşı. İşte o an çok güldüm :) Sen ki ilk maçta Olimpiyat Stadı'nda da o kendine yakıştırdığın 'fuck off'ları peşi sıra Bilic'e etmemiş miydin? Demek ki hafızan bir hayli gitmiş. Sen en iyisi futbolu bırak, hem o nefret kusan dilin dinlenir hem de ruhun dizginlenir belki. Hem özür dileme yeteneği dahi kazanabilirsin, kim bilir?
O kadar çok küfür ettin ki saha içinde, artık derbi günleri gece spor programları izlemekten korkuyoruz. Prime time zamanında normal kanallarda böyle küfürler olsa TV'ler kapatılır, ceza alır. Ama sen küfür edince hakemler 3 maymunu oynuyor, TFF 'bana ne' diyor, Fener yorumcuları ve taraftarları zaten maç sonucuna endekslenmiş vaziyette galibiyeti kutluyor ve bir yüz kızartıcı suç daha hasıraltı edilmeye çalışılıyor.
Yazık, hala bu futbolcuyu oynatan yönetimlere... Yazık o yönetimlerin ceza vermeyerek ödüllendirdiği ve o futbolcunun da bu ödülle daha bir gaza gelip şovuna devam etmesine... Bunlar hep Aziz Yıldırım'ın oyunları. Alex de Souza gibi bir Fenerbahçe efsanesine yaptıklarına bir bak, bir de Emre gibi küfürbaz bir futbolcuya tanıdığı sınırsız toleransa bak? Nereden nereye...
A Milli Takım'da da artık yerin olmamalı, olamaz da. Sabıkası, çirkin işlerden dolayı +18 kıvamında olan bir adamı hele bir de kaptan olarak sahaya çıkartacak teknik adamın da adalet duygusunu sorgularım ben. Gerçi o adalet kimde var ki?
........................................
Emre Belözoğlu kim?
a) Futbolcu
b) Kabadayı
c) Şovmen
d) Küfürbazın önde gideni
e) Hakem
f) HEPSİ...
..........................................
Yazacak daha çok şey var ama...
Gerisi bende kalsın...
"Erdemli insan, hatalarının karşılığında mutlaka özür diler ve tekrar yapmamak için elinden geleni yapar..."
Sen bir gün futbolu bırakıp, birkaç sene geçtiğinde ve seni tanımayan bir jenerasyon, seni büyüklerine (babasına, abisine, yakınına) sorduğunda;
- Emre Belözoğlu nasıl bir futbolcuydu?
Verilecek tek bir cevap olacak biliyorsun di mi?
"Agresif, kabadayı, ırkçı, küfürbaz, sınır tanımayan ve asla hatasını kabul etmeyen kindar bir futbolcu..."
.......................................
"Burası Kadıköy, kimse 'dayı'lanamaz" dedin ya Bilic'e karşı. İşte o an çok güldüm :) Sen ki ilk maçta Olimpiyat Stadı'nda da o kendine yakıştırdığın 'fuck off'ları peşi sıra Bilic'e etmemiş miydin? Demek ki hafızan bir hayli gitmiş. Sen en iyisi futbolu bırak, hem o nefret kusan dilin dinlenir hem de ruhun dizginlenir belki. Hem özür dileme yeteneği dahi kazanabilirsin, kim bilir?
O kadar çok küfür ettin ki saha içinde, artık derbi günleri gece spor programları izlemekten korkuyoruz. Prime time zamanında normal kanallarda böyle küfürler olsa TV'ler kapatılır, ceza alır. Ama sen küfür edince hakemler 3 maymunu oynuyor, TFF 'bana ne' diyor, Fener yorumcuları ve taraftarları zaten maç sonucuna endekslenmiş vaziyette galibiyeti kutluyor ve bir yüz kızartıcı suç daha hasıraltı edilmeye çalışılıyor.
Yazık, hala bu futbolcuyu oynatan yönetimlere... Yazık o yönetimlerin ceza vermeyerek ödüllendirdiği ve o futbolcunun da bu ödülle daha bir gaza gelip şovuna devam etmesine... Bunlar hep Aziz Yıldırım'ın oyunları. Alex de Souza gibi bir Fenerbahçe efsanesine yaptıklarına bir bak, bir de Emre gibi küfürbaz bir futbolcuya tanıdığı sınırsız toleransa bak? Nereden nereye...
A Milli Takım'da da artık yerin olmamalı, olamaz da. Sabıkası, çirkin işlerden dolayı +18 kıvamında olan bir adamı hele bir de kaptan olarak sahaya çıkartacak teknik adamın da adalet duygusunu sorgularım ben. Gerçi o adalet kimde var ki?
........................................
Emre Belözoğlu kim?
a) Futbolcu
b) Kabadayı
c) Şovmen
d) Küfürbazın önde gideni
e) Hakem
f) HEPSİ...
..........................................
Yazacak daha çok şey var ama...
Gerisi bende kalsın...
"Erdemli insan, hatalarının karşılığında mutlaka özür diler ve tekrar yapmamak için elinden geleni yapar..."
18 Mart 2015 Çarşamba
Dejavu!!!
Üstüste 5 sezon aynı senaryo, aynı perde... Tam bir DEJAVU...
Başrollerde yine Arsenal, yine Arsene Wenger ve yine talihsiz kaderi... Gerçi talihsizlik mi başarısızlık mı onu bilemedim...

5 sezondur üstüste TOP 16, yani Şampiyonlar Ligi 2.turunda elenmek bu takım için bir tür alışkanlık oldu. 2 kez Bayern Münih'e, 1'er kez de Barcelona, Milan ve Monaco'ya elendiler. 10 maçta 4 galibiyet, 1 beraberlik ve 5 mağlubiyet aldılar. 5 mağlubiyet hep ağır skorlarla oldu ve turu getirecek skorları da almak haliyle çok zor oldu. 5 eşleşmede de turu geçecek futbolu oynadılar ama Wenger gibi bir hocanın da özellikle ilk maçlarda, hatta mabedindeki karşılaşmalarda daha dikkatli oynaması gerekiyordu.
Burası Şampiyonlar Ligi ve kimsenin kimseye acıması yok. Hata yapanı affetmezler. Sen ne kadar iyi niyetli olursan ol, eğer taraftarın önünde 2-1 mağlupken, 90+'da bir gol daha yiyorsan zaten kafadan elenmişsin demektir. Monaco bunu yaptı, evet Emirates'te belki 100 kez karşılaşsalar Monaco bir kez 3-1 kazanabilirdi ama sen bu şansı onlara tanımayacaktın... Bayern Münih gibi bir belalı takım karşısında Londra'da 2 yıl üstüste 2 farklı kaybediyorsan zaten rövanşın da fazla bir önemi olmuyor haliyle.
En acısı da sanırım Monaco hezimeti oldu. 19 yıldır sürdürdüğü Arsenal menajerliğinden önce Monaco'da tam 8 sene teknik direktör olarak görev yapan Wenger, kendi ülkesinde bir nevi ikinci takımından vurgun yemiş oldu...
Arsene Wenger, bunca yıllık tecrübesi olmasına rağmen bu işi başaramıyor, turu genelde ilk maçlardan kaybediyor ve çeyrek final dahi göremeden bir kez daha annesinin ligine geri dönüyor. Umutlar bir başka bahara. Tek avuntusu ise sanırım, hiçbir İngiliz takımının bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kalamaması oluyor.
Suçlu ayağa kalk! Hey Wenger, sana söylüyoruz... Aşağıdaki tabloyu kendine tez konusu yap, ödev konusu yap, ne yaparsan yap ama artık bu son olsun...
SONUÇ : (İşin espri tarafı)
ARSENAL = CL Free ticket (Şampiyonlar Ligi'ne ücretsiz bilet)
12 Mart 2015 Perşembe
Hatırlatmak İstedim...
Bugün futbol yazmayacağım. Neden mi? Canım sıkıldı da ondan :)
Çok uzun zamandır içimde biriken ve dışarıya vuramadığım birkaç düşüncemi sizlerle paylaşacağım. Umarım sıkılmazsınız...
*****
İnsanlar en mükemmel yerlere gidebilir, gezebilir, görebilir ama...
İş o yeri bir de görüntülemek olunca; iyi ve güçlü bir kompozisyonla fotoğraf çekebilmeli. Rastgele manzara çeker gibi çekmemeli. Her şeyden önce anlatmak istediği bir konusu olmalı. Gelişigüzel bir kareyi herkes çekebilir. Zor olan, güzel olan o kareyi bir sonuca bağlamaktır. Sanatçı yada bu işe gönül vermiş kişi, çektiği kareyi uygun ve geçerli bir kompozisyonla insanların önüne servis edebilmelidir. Bu yolda hata yapa yapa, işin ehli kişilerin eserlerine baka baka tecrübe edinmeli ve kendine has bir çizgisi olmalı özgün bir fotoğrafçı adayının...
*****
İnsanlar konuşa konuşa anlaşır derler büyüklerimiz. Hakikaten de öyledir aslında. Dert, sıkıntı, fikirler dile getirilince çözüme ulaştırılır. Lakin bir yerde konuşmakta bazen meselelerin çözülmesine ya da anlatılmak istenilen noktasında yetmeyebilir. Hatta konuşmaya meydan verecek zaman da olmayabilir. Böyle bir halde direkt olarak tek çözüm kalır : O da tabii ki yazmak...
Yazmak ruhu dinlendirir, rahatlatır. Öyle kuru kuruya yazmak değil. Aynen yukarıda özgün fotoğraf çekebilmenin püf noktasında olduğu gibi, bir konusu olmalı yazmanın da. Sağlam düşüncelere oturtulmuş ve farklı bir havası olmalı. Yazar, kendisi kadar okuyucusunu da rahatlatabilmeli. Vermek istediği duyguyu, enerjiyi net bir şekilde resmedebilmeli satırlara. Basitlikten kaçınmalı ve özgün olmak adına gerekirse yazdıktan sonra hatalarını bulup yazısını ilk eleştiren olmalı...
*****
İşte bu yüzden yazıyorum... 3,5 yıldır FUTBOL üzerine bloglar karalıyorum. Blog yazarlığının beş para etmediği, saygı duyulmadığı, önemsenmediği bir platformda yazarak hayatta kalmaya, tutunmaya çalışıyorum. Araştırıyorum, kendimi geliştirmek adına okuyorum bolca. Yazdıkça rahatlıyor, derin düşüncelere dalıyorum. İnsanın bildiği, takip ettiği ve adeta yaşadığı bir konu üzerine yazması kadar güzel bir duygu olamaz.
3,5 yılda hatırı sayılır sayıda takipçilerim ve tatminkar bir kitlem var. Hatta yurtdışında yazılarıma daha bir itibar ediliyor desem abartıya kaçmış olmam. Dedim ya Türkiye'de blog yazarlığı fark edilmiyor ya da fark edilse de değer verilmiyor. İnsanlar nasıl kulüp tutar gibi siyasi partileri tutuyorsa iş köşe yazarlığına ya da bir yazarın yazısını okumaya gelince; ilk olarak yazarın hangi takımı tuttuğu ya da nerede hangi sitede yazdığına bakılıp not veriliyor. Sonrasında da malum. Ya tıklanıp okumadan hemen kapatılıyor ya da görüp de görmemezlikten geliniyor.
Ben hepsini yaşadım ve tecrübem bu konuda çok. Her zorluğa göğüs gerecek olgunluğa eriştim. Çünkü yazmak ve okumak insanı bu hale getiriyor. Benim de hatalarım oldu ve olacak da. Amacım yazılarımın beğenilmesi, yorumlanması ya da paylaşılması asla olmadı. Zaten gerçek okuyucu seçicidir ve baskıyı sevmez, keyfine düşkündür. Okuyucuya bilgi vermek, klişelerden uzak farklı bir bakış açısını gösterebilmek, hatta çoğu zaman da okurken eğlenmesini sağlamak temel prensibim oldu.
Bir blogger olarak bu yolda Allah izin verdikçe ben sonuna kadar yazmaya devam edeceğim ve hep buralardayım...
Sadece hatırlatmak istedim...
Çok uzun zamandır içimde biriken ve dışarıya vuramadığım birkaç düşüncemi sizlerle paylaşacağım. Umarım sıkılmazsınız...
*****
İnsanlar en mükemmel yerlere gidebilir, gezebilir, görebilir ama...
İş o yeri bir de görüntülemek olunca; iyi ve güçlü bir kompozisyonla fotoğraf çekebilmeli. Rastgele manzara çeker gibi çekmemeli. Her şeyden önce anlatmak istediği bir konusu olmalı. Gelişigüzel bir kareyi herkes çekebilir. Zor olan, güzel olan o kareyi bir sonuca bağlamaktır. Sanatçı yada bu işe gönül vermiş kişi, çektiği kareyi uygun ve geçerli bir kompozisyonla insanların önüne servis edebilmelidir. Bu yolda hata yapa yapa, işin ehli kişilerin eserlerine baka baka tecrübe edinmeli ve kendine has bir çizgisi olmalı özgün bir fotoğrafçı adayının...
*****
İnsanlar konuşa konuşa anlaşır derler büyüklerimiz. Hakikaten de öyledir aslında. Dert, sıkıntı, fikirler dile getirilince çözüme ulaştırılır. Lakin bir yerde konuşmakta bazen meselelerin çözülmesine ya da anlatılmak istenilen noktasında yetmeyebilir. Hatta konuşmaya meydan verecek zaman da olmayabilir. Böyle bir halde direkt olarak tek çözüm kalır : O da tabii ki yazmak...
*****
İşte bu yüzden yazıyorum... 3,5 yıldır FUTBOL üzerine bloglar karalıyorum. Blog yazarlığının beş para etmediği, saygı duyulmadığı, önemsenmediği bir platformda yazarak hayatta kalmaya, tutunmaya çalışıyorum. Araştırıyorum, kendimi geliştirmek adına okuyorum bolca. Yazdıkça rahatlıyor, derin düşüncelere dalıyorum. İnsanın bildiği, takip ettiği ve adeta yaşadığı bir konu üzerine yazması kadar güzel bir duygu olamaz.
3,5 yılda hatırı sayılır sayıda takipçilerim ve tatminkar bir kitlem var. Hatta yurtdışında yazılarıma daha bir itibar ediliyor desem abartıya kaçmış olmam. Dedim ya Türkiye'de blog yazarlığı fark edilmiyor ya da fark edilse de değer verilmiyor. İnsanlar nasıl kulüp tutar gibi siyasi partileri tutuyorsa iş köşe yazarlığına ya da bir yazarın yazısını okumaya gelince; ilk olarak yazarın hangi takımı tuttuğu ya da nerede hangi sitede yazdığına bakılıp not veriliyor. Sonrasında da malum. Ya tıklanıp okumadan hemen kapatılıyor ya da görüp de görmemezlikten geliniyor.Ben hepsini yaşadım ve tecrübem bu konuda çok. Her zorluğa göğüs gerecek olgunluğa eriştim. Çünkü yazmak ve okumak insanı bu hale getiriyor. Benim de hatalarım oldu ve olacak da. Amacım yazılarımın beğenilmesi, yorumlanması ya da paylaşılması asla olmadı. Zaten gerçek okuyucu seçicidir ve baskıyı sevmez, keyfine düşkündür. Okuyucuya bilgi vermek, klişelerden uzak farklı bir bakış açısını gösterebilmek, hatta çoğu zaman da okurken eğlenmesini sağlamak temel prensibim oldu.
Bir blogger olarak bu yolda Allah izin verdikçe ben sonuna kadar yazmaya devam edeceğim ve hep buralardayım...
Sadece hatırlatmak istedim...
11 Mart 2015 Çarşamba
Messi ve Rekorları
Onu anlatmak haddime değil. 'Böylesine bir futbol sihirbazı 40 yılda bir gelir' desek sanırım onu bir nebze olsun anlatmış oluruz. La Liga'da forma giydiği ilk dönemde (2004) ve sonrasında onun bu kadar üst düzey bir performans göstereceği ve sırayla tüm rekorları alt üst edeceği açıkçası kimsenin aklının ucundan dahi geçmiyordu. O, futbol tarihinin büyük üstatlarının rekorlarını bir bir kırdı, kırmaya da devam ediyor. O hala 28 yaşında ve gol atmaya, karşısına çıkan rekorları da bir bir egale edip geçmeye zamanı çok var...
Onun futbolculuk dönemine başladığı sezonun öncesine "Messi ve öncesi", oynamaya başladığı yani 2004 yılından sonrasına ise "Messi ve sonrası" diye adlandırmak hiçte yanlış olmaz...
Alfredo Di Stefano'ya ait "El Clasico'nun en golcü futbolcusu" ünvanını tarihe gömdü.
Gerd Müller'e ait "Bir takvim yılı içerisinde en çok gol atan futbolcu" ünvanını gözünü kırpmadan aldı.
Michel Platini'ye ait "Altın Top ödülünü en fazla alan futbolcu" kategorisinde zirvenin tek sahibi oldu.
Paulino Alcantara'ya ait "Barcelona tarihinin en golcü futbolcusu" ünvanını kolayca geri aldı.
Telmo Zarra gibi bir efsanenin "La Liga tarihinin en çok gol atan futbolcusu" apoletinini almak için 10 sene bile beklemedi.
Real Madrid efsanesi Raul Gonzalez'e ait "Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü futbolcusu" ünvanını ondan geri aldı ve kimselere kaptırmaya da niyeti yok. Bu alanda yarıştığı Cristiano Ronaldo'dan 2 yaş genç olması ünvanın kendisinde kalacağının bir nevi garantisi gibi görünüyor.
Luis Figo'ya ait olan "La Liga tarihinin en fazla asist yapan futbolcusu" ünvanını da rekorları arasına ekledi.
Cesar Rodriguez'e ait olan "Katalan derbilerinde en fazla gol atan futbolcu" ünvanını da alarak tam anlamıyla bir rekor canavarı oldu...
*****
Messi'nin rekorları bu kadar az değil. Bunlar sadece önemli olanları. O gol atmaya devam ettikçe diğer kıramadığı rekorlar da türeyecektir...
... Sizler bu yazıyı okuduğunuzda Messi son olarak Rayo Vallecano karşısında kaydettiği 3 golle beraber, La Liga tarihinin en fazla hat-trick yapan futbolcusu (24) ünvanını da alarak bir başka rekora daha imza attı...
"Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu" apoletini alması için ise hala bir Dünya Kupası şampiyonluğuna ihtiyaç var. 2018 Dünya Kupası'nda 31, 2022 Dünya Kupası'nda ise 35 yaşında olacak. Yani hala zamanı var. Sizce?
Onun futbolculuk dönemine başladığı sezonun öncesine "Messi ve öncesi", oynamaya başladığı yani 2004 yılından sonrasına ise "Messi ve sonrası" diye adlandırmak hiçte yanlış olmaz...
Alfredo Di Stefano'ya ait "El Clasico'nun en golcü futbolcusu" ünvanını tarihe gömdü.
Gerd Müller'e ait "Bir takvim yılı içerisinde en çok gol atan futbolcu" ünvanını gözünü kırpmadan aldı.
Michel Platini'ye ait "Altın Top ödülünü en fazla alan futbolcu" kategorisinde zirvenin tek sahibi oldu.
Paulino Alcantara'ya ait "Barcelona tarihinin en golcü futbolcusu" ünvanını kolayca geri aldı.
Telmo Zarra gibi bir efsanenin "La Liga tarihinin en çok gol atan futbolcusu" apoletinini almak için 10 sene bile beklemedi.
Real Madrid efsanesi Raul Gonzalez'e ait "Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü futbolcusu" ünvanını ondan geri aldı ve kimselere kaptırmaya da niyeti yok. Bu alanda yarıştığı Cristiano Ronaldo'dan 2 yaş genç olması ünvanın kendisinde kalacağının bir nevi garantisi gibi görünüyor.
Luis Figo'ya ait olan "La Liga tarihinin en fazla asist yapan futbolcusu" ünvanını da rekorları arasına ekledi.
Cesar Rodriguez'e ait olan "Katalan derbilerinde en fazla gol atan futbolcu" ünvanını da alarak tam anlamıyla bir rekor canavarı oldu...
*****
Messi'nin rekorları bu kadar az değil. Bunlar sadece önemli olanları. O gol atmaya devam ettikçe diğer kıramadığı rekorlar da türeyecektir...
... Sizler bu yazıyı okuduğunuzda Messi son olarak Rayo Vallecano karşısında kaydettiği 3 golle beraber, La Liga tarihinin en fazla hat-trick yapan futbolcusu (24) ünvanını da alarak bir başka rekora daha imza attı...
"Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu" apoletini alması için ise hala bir Dünya Kupası şampiyonluğuna ihtiyaç var. 2018 Dünya Kupası'nda 31, 2022 Dünya Kupası'nda ise 35 yaşında olacak. Yani hala zamanı var. Sizce?
9 Mart 2015 Pazartesi
MLS Çılgınlığı...
Evet, ABD MLS ligi (Major League Soccer) artık popüler sayılabilecek bir lig. Avrupa'da kariyer sahibi olmuş ve emeklilik dönemlerine 1-2 adım kala tercih edilen ve tamamen 'duygusal' olan transferler sayesinde sadece 19 yıllık mazisi olan MLS ligi tüm dünyanın dikkatini çeken bir lig konumunda. Hal böyle olunca da ihtiyar delikanlıların da iştahı açılıyor ve hem değişik bir heyecan hem de ABD'nin gizemli yapısı gereği en çok inilen duraklardan biri haline geliyor.
Futbolun Avrupa dışına kaydığı ülkelerden Katar'a olan ilgi azaldı. Hindistan Ligi Katar'ı geçti. Orada da yıldızlar var ama onlar ihtiyar delikanlıların değil de artık halı saha futbolcularının yani emekli olmuş ama son bir teklifle tekrar futbola dönenlerin yeri oldu. Misal; Del Piero, Nesta, Trezeguet, David James, Elano (İstisna olarak diğerlerinden genç - 33), Robert Pires, Katsouranis, Joan Capdevila, Luis Garcia gibi son kullanma tarihi geçen futbolcular da burada ceplerini doldurmaya devam ediyorlar.
David Beckham'ın 2007 yılında yolunu açtığı ve kariyerlerinin sonlarında Avrupa'dan ABD MLS Ligi'ne yeni bir kariyer sayfası açan ve adı tamamen 'duygusal' olan transferlere en son eklenen isimler ise; Kaka, David Villa ve Frank Lampard. Bir diğer Liverpool efsanesi Steven Gerrard da kısa zaman içerisinde ABD'nin yolunu tutması bekleniyor.
Bir şekilde MLS'te "devir daim" işlemeye devam ediyor Bir bakıyorsunuz Beckham, Henry, Nesta, Defoe, Cahill ülkeyi terk ediyor. Diğer yandan ise yerlerine Lampard, Gerrard, Villa ve Kaka gibi olağanüstü yıldızlar geliyor. Seyir zevki hiç azalmıyor, şampiyonluk yarışı iyiden iyiye kızışıyor.
MLS Ligi'nde forma giymiş ünlü futbolcular:
Thierry Henry
Robbie Keane
Jermain Defoe
Frank Lampard
Julio Cesar
Alessandro Nesta
Ricardo Kaka
David Villa
Marco Di Vaio
Tim Cahill
Michael Bradley
Matteo Ferrari
Clint Dempsey
Obafemi Martins
Rafael Marquez
Faryd Mondragon
Fredrik Ljungberg
Juninho Pernambucano
Bu muazzam listeye önümüzdeki yıllarda hangi yıldızlar eklenecek? Mutlaka bu seri devam edecek. ABD'nin sosyo - kültürel yapısı, gizemi, çekiciliği ve asla reddedilmeyecek maddi imkanları dahilinde şu an 32 ve üstü yaş kategorisinin en çok ilgisini çeken ülke konumunda.
Luca Toni, Zlatan İbrahimovic, John Terry, Andrea Pirlo, Patrice Evra, Ashley Cole, Miroslav Klose, Maicon, Nemanja Vidic, Didier Drogba, Michael Carrick, Peter Crouch, Steven Pienaar, Ricardo Carvalho, Dimitar Berbatov, David Pizarro, Joaquin Rodriguez, Antonio Cassano ve bu listede yer almayan sürpriz oyuncular belki de o geminin yolcuları olmaya aday. Bunu zaman belirleyecek, bekleyip göreceğiz...
Futbolun Avrupa dışına kaydığı ülkelerden Katar'a olan ilgi azaldı. Hindistan Ligi Katar'ı geçti. Orada da yıldızlar var ama onlar ihtiyar delikanlıların değil de artık halı saha futbolcularının yani emekli olmuş ama son bir teklifle tekrar futbola dönenlerin yeri oldu. Misal; Del Piero, Nesta, Trezeguet, David James, Elano (İstisna olarak diğerlerinden genç - 33), Robert Pires, Katsouranis, Joan Capdevila, Luis Garcia gibi son kullanma tarihi geçen futbolcular da burada ceplerini doldurmaya devam ediyorlar.
David Beckham'ın 2007 yılında yolunu açtığı ve kariyerlerinin sonlarında Avrupa'dan ABD MLS Ligi'ne yeni bir kariyer sayfası açan ve adı tamamen 'duygusal' olan transferlere en son eklenen isimler ise; Kaka, David Villa ve Frank Lampard. Bir diğer Liverpool efsanesi Steven Gerrard da kısa zaman içerisinde ABD'nin yolunu tutması bekleniyor.Bir şekilde MLS'te "devir daim" işlemeye devam ediyor Bir bakıyorsunuz Beckham, Henry, Nesta, Defoe, Cahill ülkeyi terk ediyor. Diğer yandan ise yerlerine Lampard, Gerrard, Villa ve Kaka gibi olağanüstü yıldızlar geliyor. Seyir zevki hiç azalmıyor, şampiyonluk yarışı iyiden iyiye kızışıyor.
MLS Ligi'nde forma giymiş ünlü futbolcular:
Thierry Henry
Robbie Keane
Jermain Defoe
Frank Lampard
Julio Cesar
Alessandro Nesta
Ricardo KakaDavid Villa
Marco Di Vaio
Tim Cahill
Michael Bradley
Matteo Ferrari
Clint Dempsey
Obafemi Martins
Rafael Marquez
Faryd Mondragon
Fredrik Ljungberg
Juninho Pernambucano
Bu muazzam listeye önümüzdeki yıllarda hangi yıldızlar eklenecek? Mutlaka bu seri devam edecek. ABD'nin sosyo - kültürel yapısı, gizemi, çekiciliği ve asla reddedilmeyecek maddi imkanları dahilinde şu an 32 ve üstü yaş kategorisinin en çok ilgisini çeken ülke konumunda.
Luca Toni, Zlatan İbrahimovic, John Terry, Andrea Pirlo, Patrice Evra, Ashley Cole, Miroslav Klose, Maicon, Nemanja Vidic, Didier Drogba, Michael Carrick, Peter Crouch, Steven Pienaar, Ricardo Carvalho, Dimitar Berbatov, David Pizarro, Joaquin Rodriguez, Antonio Cassano ve bu listede yer almayan sürpriz oyuncular belki de o geminin yolcuları olmaya aday. Bunu zaman belirleyecek, bekleyip göreceğiz...
26 Şubat 2015 Perşembe
'Gururlan' Beşiktaş ve Türkiye...
Bu gurur hepimizin. Sadece Beşiktaş'ın değil tüm Türkiye'nin...
10 sene önce yine Olimpiyat Stadı'nda Şampiyonlar Ligi tarihinin en efsane, en unutulmaz 5 maçından birine sahne olan Milan - Liverpool maçında penaltılarla kupayı kaldıran İngiliz 'dev'i Liverpool kaderin cilvesi ile penaltılarla elendi. Hem de tarihlerinde ilk defa böyle bir durumla karşı karşıya geldi.
65 bin futbolseverin yerinden, milyonların ekran başından seyrettiği unutulmaz maçta Beşiktaş'ta tüm futbolcular ve Bilic üstüne düşen görevi eksiksiz şekilde yerine getirdi. 'Sabır' belki de bu maçın şifresiydi. Sabrettiler, yeri ve zamanını beklediler, sonunda nokta atışı yaptılar. Liverpool bir kez daha İstanbul'dan boynu bükük ayrıldı.
Kuralar ilk çekildiğinde yani Aralık ayında herkes, maçlar şimdi oynansa Beşiktaş favori ama 3 ay sonra Liverpool çıkışa geçecektir denildi. İlk maç Anfield Road'da 1-0 İngilizlerin üstünlüğü ile bitti. Derken spor yazarlarının birçoğu Beşiktaş'ın turu atlaması sürpriz dedi. Ülkemizde de oynayan eski Liverpool'lular Dirk Kuyt ve Ryan Babel biraz da duygusal olarak mutlak favori Liverpool diye açıklama yaptılar. Ama ne oldu? Liverpool, İstanbul'a sadece ve sadece 0-0'a geldi. Oyunu sürekli yavaşlattı. 1-0'dan sonra ise tek hedefleri maçı penaltılara götürmekti. Korkunun ecele faydası yoktu. Oldu mu? Tabii ki hayır.
Kim iyi oynadı? Kimler öne çıktı? sorularının asla net bir cevabı yok. Çünkü herkes çok iyi oynadı, yüreğiyle oynadı. Sahada basmadık yer bırakmadılar. Taraftarların tarihi showu karşısında Allah ne verdiyse terlerinin sonuna kadar mücadele ettiler. Özellikle 60.dakikadan sonra Beşiktaş oyunu tamamiyle tek taraflı yönetti. Açıkçası herkes normal performanslarının üzerine çıktı. Savaştılar ve kazandılar.
Maçı ve turu sonuna kadar hak etmiş bir Beşiktaş ve tribündeki onbinlerin verdikleri destek unutulmazdı. Tüyler yine diken dikendi. Bilic maçtan önce "Bir Türk gibi savaşacağız" dedi. Evet dediklerini yaptırdı ve tarihi zafere bizleri de tanıklık ettirdi.
Bu sezon Arsenal'i sersemleten, Tottenham karşısında 2 maçta da üstün oynayıp rakibinden 4 puan alan ve Liverpool'u Olimpiyat Stadı'nın çimlerine gömen Beşiktaş, İngilizlere kabus gibi bir sezon yaşattı. Liverpool tam 19 maç sonra kaybetti. Penaltıların galibi olmak bir bakıma 'İlahi Adalet'in tecellisi idi.
Yazacak çok şey var ama gerisi kalsın. Coşkumuzu biraz da içimizde yaşayalım. Bu heyecan, bu coşku hiç bitmesin. Yeni zaferlere hazırlık yapalım. Güzel günler yakında.
Bugünlerde ülke olarak güzel birşeye ihtiyacımız vardı. Teşekkürler Beşiktaş...
Bu gurur hepimizin. Sadece Beşiktaş'ın değil tüm Türkiye'nin...
10 sene önce yine Olimpiyat Stadı'nda Şampiyonlar Ligi tarihinin en efsane, en unutulmaz 5 maçından birine sahne olan Milan - Liverpool maçında penaltılarla kupayı kaldıran İngiliz 'dev'i Liverpool kaderin cilvesi ile penaltılarla elendi. Hem de tarihlerinde ilk defa böyle bir durumla karşı karşıya geldi.
65 bin futbolseverin yerinden, milyonların ekran başından seyrettiği unutulmaz maçta Beşiktaş'ta tüm futbolcular ve Bilic üstüne düşen görevi eksiksiz şekilde yerine getirdi. 'Sabır' belki de bu maçın şifresiydi. Sabrettiler, yeri ve zamanını beklediler, sonunda nokta atışı yaptılar. Liverpool bir kez daha İstanbul'dan boynu bükük ayrıldı.
Kuralar ilk çekildiğinde yani Aralık ayında herkes, maçlar şimdi oynansa Beşiktaş favori ama 3 ay sonra Liverpool çıkışa geçecektir denildi. İlk maç Anfield Road'da 1-0 İngilizlerin üstünlüğü ile bitti. Derken spor yazarlarının birçoğu Beşiktaş'ın turu atlaması sürpriz dedi. Ülkemizde de oynayan eski Liverpool'lular Dirk Kuyt ve Ryan Babel biraz da duygusal olarak mutlak favori Liverpool diye açıklama yaptılar. Ama ne oldu? Liverpool, İstanbul'a sadece ve sadece 0-0'a geldi. Oyunu sürekli yavaşlattı. 1-0'dan sonra ise tek hedefleri maçı penaltılara götürmekti. Korkunun ecele faydası yoktu. Oldu mu? Tabii ki hayır.
Kim iyi oynadı? Kimler öne çıktı? sorularının asla net bir cevabı yok. Çünkü herkes çok iyi oynadı, yüreğiyle oynadı. Sahada basmadık yer bırakmadılar. Taraftarların tarihi showu karşısında Allah ne verdiyse terlerinin sonuna kadar mücadele ettiler. Özellikle 60.dakikadan sonra Beşiktaş oyunu tamamiyle tek taraflı yönetti. Açıkçası herkes normal performanslarının üzerine çıktı. Savaştılar ve kazandılar.
Maçı ve turu sonuna kadar hak etmiş bir Beşiktaş ve tribündeki onbinlerin verdikleri destek unutulmazdı. Tüyler yine diken dikendi. Bilic maçtan önce "Bir Türk gibi savaşacağız" dedi. Evet dediklerini yaptırdı ve tarihi zafere bizleri de tanıklık ettirdi.
Bu sezon Arsenal'i sersemleten, Tottenham karşısında 2 maçta da üstün oynayıp rakibinden 4 puan alan ve Liverpool'u Olimpiyat Stadı'nın çimlerine gömen Beşiktaş, İngilizlere kabus gibi bir sezon yaşattı. Liverpool tam 19 maç sonra kaybetti. Penaltıların galibi olmak bir bakıma 'İlahi Adalet'in tecellisi idi.
Yazacak çok şey var ama gerisi kalsın. Coşkumuzu biraz da içimizde yaşayalım. Bu heyecan, bu coşku hiç bitmesin. Yeni zaferlere hazırlık yapalım. Güzel günler yakında.
Bugünlerde ülke olarak güzel birşeye ihtiyacımız vardı. Teşekkürler Beşiktaş...
Bu gurur hepimizin. Sadece Beşiktaş'ın değil tüm Türkiye'nin...
'Utanç Vesikası' : Brezilya 2014
2014 Dünya Kupası'nın en unutulmaz olayı şüphesiz evsahibi Brezilya'nın ilk 30 dakikasında 5 gol yediği maçta Almanlara 7-1 yenilmesiydi. 2 güçlü futbol ülkesinin karşılaştığı bu unutulmaz maçı resmen ağzımız açık şekilde izlemiş ve neredeyse 40 yılda bir eşine rastlayacağımız türden bir maça tanıklık etmiştik. Turnuvaya Fred, Julio Cesar ve Jo gibi basiretsiz isimleri çağırıp; Kaka, Ronaldinho, Filipe Luis, Miranda, Lucas Moura gibi isimleri dahil etmeyip risk alan Scolari'nin aldığı 'ah'lar belki de kariyerinin en acı mağlubiyetini almasında direkt etkili oldu.
O zamanki kadro ve teknik direktör Scolari'nin yaşadığı beyin sarsıntısı öyle kolay geçmedi. Aylarca o maç dillendirildi, masaya yatırıldı. Türlü şekillerde sosyal medyada resmedildi, dalgası geçildi. Aklıma 1994 Dünya Kupası'nda kendi kalesine gol attığı için taraftarlar tarafından öldürülen Andres Escobar geldi de, Allahtan Brezilyalılar buna benzer kötü bir girişimde bulunmadı. Brezilyalılar bu maç için Mineiraço yani "küçük felaket" deyimini kullandılar kullanmasına ama gerçekte bu başlı başına kocaman bir felaketti...
Yarı finaldeki 7-1'lik utanç vesikası; Dünya Kupalarının en golcü apoletli Brezilya'sının (221) artık bu ünvanı Almanlara (223) devretmesi sonucunu da beraberinde getirdi. Aynı zamanda Miroslav Klose attığı gol sonrası, Dünya Kupaları tarihinde Brezilyalı Ronaldo'yu geçerek bu ünvanın da sahibi oldu ve Brezilyalıları başka bir alanda daha hayal kırıklığına uğrattı. Belki de bir devrin sonuydu bu maç. Artık dünyanın yeni 1 numarası Almanlardı ve bunu tüm Brezilyalılar da artık kabullenmiş gözüküyordu.
2002'de takımının başında Dünya Kupası'nı kazanan Luiz Felipe Scolari, "hayatımın en kötü günü" dediği 7-1'lik maçın bir hafta sonrasında yani 15 Temmuz 2014'te görevi bıraktı bırakmasına ama bu maç kadrodaki herkesin siciline, CV'sine silinmeyecek şekilde kazındı. Brezilya Milli Takımı artık ne zaman Almanya ile karşılaşacak olsa bu hatırlamak istemeyecekleri maç, yüzlerine tokat gibi vurulacak, anılar tekrar canlanacak. Bu utanç verici mağlubiyeti ancak belki Almanlar karşısında alınacak farklı bir skor biraz yumuşatabilir ama ona da Almanlar izin verir mi? İşte orası çok zor...
Evet, tarih kitapları bu maçı asla unutmayacak. Brezilyalıları futboldan soğutan, Brezilyalıları tabiri caizse yerin dibine iteleyen o efsane maçta Brezilya'nın 23 kişilik kadrosunu da arşivlerde saklamak adına fotoğrafları ile afişe etmek ise benim görevim olsa gerek :)
O zamanki kadro ve teknik direktör Scolari'nin yaşadığı beyin sarsıntısı öyle kolay geçmedi. Aylarca o maç dillendirildi, masaya yatırıldı. Türlü şekillerde sosyal medyada resmedildi, dalgası geçildi. Aklıma 1994 Dünya Kupası'nda kendi kalesine gol attığı için taraftarlar tarafından öldürülen Andres Escobar geldi de, Allahtan Brezilyalılar buna benzer kötü bir girişimde bulunmadı. Brezilyalılar bu maç için Mineiraço yani "küçük felaket" deyimini kullandılar kullanmasına ama gerçekte bu başlı başına kocaman bir felaketti...
Yarı finaldeki 7-1'lik utanç vesikası; Dünya Kupalarının en golcü apoletli Brezilya'sının (221) artık bu ünvanı Almanlara (223) devretmesi sonucunu da beraberinde getirdi. Aynı zamanda Miroslav Klose attığı gol sonrası, Dünya Kupaları tarihinde Brezilyalı Ronaldo'yu geçerek bu ünvanın da sahibi oldu ve Brezilyalıları başka bir alanda daha hayal kırıklığına uğrattı. Belki de bir devrin sonuydu bu maç. Artık dünyanın yeni 1 numarası Almanlardı ve bunu tüm Brezilyalılar da artık kabullenmiş gözüküyordu.
2002'de takımının başında Dünya Kupası'nı kazanan Luiz Felipe Scolari, "hayatımın en kötü günü" dediği 7-1'lik maçın bir hafta sonrasında yani 15 Temmuz 2014'te görevi bıraktı bırakmasına ama bu maç kadrodaki herkesin siciline, CV'sine silinmeyecek şekilde kazındı. Brezilya Milli Takımı artık ne zaman Almanya ile karşılaşacak olsa bu hatırlamak istemeyecekleri maç, yüzlerine tokat gibi vurulacak, anılar tekrar canlanacak. Bu utanç verici mağlubiyeti ancak belki Almanlar karşısında alınacak farklı bir skor biraz yumuşatabilir ama ona da Almanlar izin verir mi? İşte orası çok zor...
Evet, tarih kitapları bu maçı asla unutmayacak. Brezilyalıları futboldan soğutan, Brezilyalıları tabiri caizse yerin dibine iteleyen o efsane maçta Brezilya'nın 23 kişilik kadrosunu da arşivlerde saklamak adına fotoğrafları ile afişe etmek ise benim görevim olsa gerek :)
8 Mayıs 2014 tarihinde Brezilya aday kadrosu belli olduğunda yazdığım yazı...
14 Temmuz 2014 tarihinde yazdığım 2014 Dünya Kupası değerlendirme yazısı...
Etiketler:
2014 Dünya Kupası,
Almanya,
Almanya - Brezilya 7-1,
Andres Escobar,
Brezilya,
Brezilya 2014 kadrosu,
Miroslav Klose,
Scolari,
Tarihi hezimetler,
Tarihi rezillik,
Utanç Vesikası : Brezilya 2014
23 Şubat 2015 Pazartesi
Son Dakikaların Takımı : Espanyol
Espanyol de Barcelona...
Katalan temsilcisinin 24 haftası geride kalan La Liga'da oynadığı futbolu fazla izleyemedim ama maç ayrıntılarını takip ettim ve tam bir "90.dakika takımı" oldukları kanaatine vardım. Öyle ki, aşağıda yaptığım istatistiki çalışmada göreceksiniz ki, bu takım eğer sezon sonu ligde kalacaksa bunun baş sebebi; maçın sonlarını çok iyi oynamaları ve rakibin yorulmasını bekleyip enerjilerini sona saklamaları. Zira maçların sonunda yani 90.dakikada attıkları gollerle şu ana kadar 8 puan kazandılar. Sakın 8 puanı az görmeyin küme düşme hattında öyle bir etki ediyor ki...
24 hafta sonunda attıkları 31 golün 15'ini yani yarısını son 10 dakikaya sığdıran Katalan kulübü, şimdilik düşme hattının 7 puan üzerinde ama dediğim gibi sadece 90.dakikada attıkları gollerle aldıkları 8 puan onları bir hayli rahatlatmış durumda. Kalan 14 haftada daha iyisini yapmak zorundalar. Zira La Liga'da her an herşey olabilir.
İddaacı gözüyle olaya bakarsak;
Aslında Espanyol'un maçların özellikle son 10 dakikasındaki gol atma becerisinin iddaacıları da fazlasıyla etkilediğini düşünmekteyim. 90.dakikada atacağı gollerle 2,5 ALT oynayanları ya da TGS 2-3 oynayanları birçok kez yatırdığını aşağıdaki tablodan yine görebileceğiz. Ben şahsen iddaa oynasam Espanyol maçlarına oynamam ya da 2,5 ÜST ve KG VAR tercihlerinde bulunurum.
Mavi - beyazlıların oynadığı 24 maçın 15'i (% 63) 2,5 ÜST ve aynı zamanda KG VAR sonuçlanmış. Bu 15 maçın 6 tanesinin ÜST olması ise 90.dakikalara denk gelmiş. 2,5 ALT biten 9 maçının 7'si KG YOK sonuçlanmış. Sadece 2 tanesinde KG VAR. Ayrıca 24 maçın 4 tanesinde gol atamayan Espanyol'un kalan 20 maçın tamamında en az 1 gol atması da fena bir istatistik değil.
Ha bu arada son dakika gollerinin baş kahramanları takımın forvetleri Sergio Garcia ve Christian Stuani'ye de ayrı bir alkış. Garcia ve Stuani ligde attıkları toplam 9 golün, 5'er tanesini son 10 dakikaya sığdırdılar.
Lafı daha fazla uzatmadan Espanyol'un gol istatistiklerine hep beraber bir göz atalım...
Katalan temsilcisinin 24 haftası geride kalan La Liga'da oynadığı futbolu fazla izleyemedim ama maç ayrıntılarını takip ettim ve tam bir "90.dakika takımı" oldukları kanaatine vardım. Öyle ki, aşağıda yaptığım istatistiki çalışmada göreceksiniz ki, bu takım eğer sezon sonu ligde kalacaksa bunun baş sebebi; maçın sonlarını çok iyi oynamaları ve rakibin yorulmasını bekleyip enerjilerini sona saklamaları. Zira maçların sonunda yani 90.dakikada attıkları gollerle şu ana kadar 8 puan kazandılar. Sakın 8 puanı az görmeyin küme düşme hattında öyle bir etki ediyor ki...
24 hafta sonunda attıkları 31 golün 15'ini yani yarısını son 10 dakikaya sığdıran Katalan kulübü, şimdilik düşme hattının 7 puan üzerinde ama dediğim gibi sadece 90.dakikada attıkları gollerle aldıkları 8 puan onları bir hayli rahatlatmış durumda. Kalan 14 haftada daha iyisini yapmak zorundalar. Zira La Liga'da her an herşey olabilir.İddaacı gözüyle olaya bakarsak;
Aslında Espanyol'un maçların özellikle son 10 dakikasındaki gol atma becerisinin iddaacıları da fazlasıyla etkilediğini düşünmekteyim. 90.dakikada atacağı gollerle 2,5 ALT oynayanları ya da TGS 2-3 oynayanları birçok kez yatırdığını aşağıdaki tablodan yine görebileceğiz. Ben şahsen iddaa oynasam Espanyol maçlarına oynamam ya da 2,5 ÜST ve KG VAR tercihlerinde bulunurum.
Mavi - beyazlıların oynadığı 24 maçın 15'i (% 63) 2,5 ÜST ve aynı zamanda KG VAR sonuçlanmış. Bu 15 maçın 6 tanesinin ÜST olması ise 90.dakikalara denk gelmiş. 2,5 ALT biten 9 maçının 7'si KG YOK sonuçlanmış. Sadece 2 tanesinde KG VAR. Ayrıca 24 maçın 4 tanesinde gol atamayan Espanyol'un kalan 20 maçın tamamında en az 1 gol atması da fena bir istatistik değil.Ha bu arada son dakika gollerinin baş kahramanları takımın forvetleri Sergio Garcia ve Christian Stuani'ye de ayrı bir alkış. Garcia ve Stuani ligde attıkları toplam 9 golün, 5'er tanesini son 10 dakikaya sığdırdılar.
Lafı daha fazla uzatmadan Espanyol'un gol istatistiklerine hep beraber bir göz atalım...
Getafe - Espanyol maçı. Arbilla'nın golüne dikkat...
16 Şubat 2015 Pazartesi
FIFA Dünya Kupası Resmi Futbol 'Top'ları
1970'den günümüze FIFA Dünya Kupası resmi futbol topları... Bazı turnuvalarda toplar birbirini taklit etse de son yıllardaki büyük değişim ve yaratıcılık dikkat çekiyor. Her zamanki gibi üretici ve sponsor firma bir dünya markası Adidas...
2018 Dünya Kupası Rusya'da düzenlenecek. Rusya, aynı zamanda ilk kez bu büyük organizasyona evsahipliği yapacak. Rusya'da kullanılacak 'top'un tasarımını ise şimdiden merakla bekliyoruz...
En son turnuvadaki top olan 'Brazuca' ise adını ilk kez taraftarların seçtiği özel bir top olmuştu. Aynı zamanda Brazuca, Adidas'ın en çok test ettiği top olmuştu. 1 milyon kişinin oylarıyla belirlenen Brazuca'nın ('Brezilyalı' anlamına geliyor) nasıl yapıldığını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz...
Peki sizin favoriniz hangisi?
2015 Şampiyonlar Ligi Finali 'top'u için :
http://serdarilefutbol.blogspot.com.tr/2014/12/2015-sampiyonlar-ligi-finali-topu.html
2015 Şampiyonlar Ligi Finali 'top'u için :
http://serdarilefutbol.blogspot.com.tr/2014/12/2015-sampiyonlar-ligi-finali-topu.html
26 Ocak 2015 Pazartesi
Onlar da Futbolcuydu...
Dünyaca ünlü ve saygın olan teknik direktörlerin neredeyse tamamının, zamanında futbolculuktan geldiğini malum hepimiz biliyoruz. Sanırım bu konuda belki de en büyük istisna Jose Mourinho. Porto, Chelsea, İnter ve Real Madrid gibi muazzam bir kariyere sahip olan Portekizlinin meslektaşlarıyla atışırken, bazen bu eksikliğinden dolayı ağır eleştiriler alması da sanırım son derece doğal. Kaldı ki futbolculuk dönemlerinin müthiş olduğu teknik adamların da çoğunun bu konuda yetersiz kaldığını Maradona, Van Basten gibi örneklerden net bir şekilde anlayabiliyoruz.
Mourinho'nun açık sözlü ve hazır cevap kimliğinin en güzel örneklerinden biri olan ve kendisi gibi geçmişinde profesyonel futbolcu olarak görev yapmayan, orjinali Arrigo Sacchi'ye ait olan tarihe geçen o unutulmaz sözünü de hatırlamak lazım :
"Teknik direktör olmak için önce futbolcu olmak gerektiğini söylüyorlar. Peki jokey olmak için de önce at mı olmak gerekiyor?" (Gayet mantıklı bir söylem)
***
Şu an ki dönemde aktif olarak teknik direktörlük görevlerini devam ettiren bazı hocaların futbolculuk dönemlerine gidelim istedim. Onları bir de bu yönleriyle görüp değerlendirelim. Yani teknolojinin bu kadar hayatın ve futbolun içinde yer almadığı, çimlerin bu kadar kaliteli, tribünlerin bu kadar konforlu olmadığı, kah siyah - beyaz kah renkli o günleri hatırlamak ve o zamanın futbolcularının hangi zor şartlardan zirveye geldiklerini de iyi analiz etmek lazım.
Şüphesiz dönemin en iyi kariyere sahip olan teknik adamı Pep Guardiola ve onun hem futbolculuk döneminde hem de teknik adamlık boyutunda Barcelona ile yakaladığı başarılar inanılmaz seviyelerde. Yine İtalyan kurt teknik adam Fabio Capello da son 20 yılın en başarılı hocalarından sadece biri. Milan, Chelsea, PSG derken Real Madrid ile de saygı duyulacak kariyere sahip olan bir diğer İtalyan Carlo Ancelotti de diğer misafirlerimizden olacak.
Mourinho'nun hocası taktik dehası Van Gaal ve ele avuca sığmaz Alman Bernd Schuster de bu satırlarda konuğumuz olacak. "Kim daha iyi?" sorusunda Pele'nin baş muhatabı olan Maradona'yı da tabii ki unutmayacağız. Schuster ile Maradona'yı aynı fotoğrafta görünce ise "vay be" diyeceksiniz. Yeni yükselen isimler Montella, Koeman ve Simeone'yi de tabii ki ekleyeceğiz. Bir dönem yolu ülkemizden de geçen Mancini ve Souness'ın aynı karede görünce eminim ki duygulanacaksınız...
O zaman lafı fazla uzatmadan nostalji turumuza başlayalım. Şimdiden iyi seyirler...
Mourinho'nun açık sözlü ve hazır cevap kimliğinin en güzel örneklerinden biri olan ve kendisi gibi geçmişinde profesyonel futbolcu olarak görev yapmayan, orjinali Arrigo Sacchi'ye ait olan tarihe geçen o unutulmaz sözünü de hatırlamak lazım :
"Teknik direktör olmak için önce futbolcu olmak gerektiğini söylüyorlar. Peki jokey olmak için de önce at mı olmak gerekiyor?" (Gayet mantıklı bir söylem)
***
Şu an ki dönemde aktif olarak teknik direktörlük görevlerini devam ettiren bazı hocaların futbolculuk dönemlerine gidelim istedim. Onları bir de bu yönleriyle görüp değerlendirelim. Yani teknolojinin bu kadar hayatın ve futbolun içinde yer almadığı, çimlerin bu kadar kaliteli, tribünlerin bu kadar konforlu olmadığı, kah siyah - beyaz kah renkli o günleri hatırlamak ve o zamanın futbolcularının hangi zor şartlardan zirveye geldiklerini de iyi analiz etmek lazım.
Şüphesiz dönemin en iyi kariyere sahip olan teknik adamı Pep Guardiola ve onun hem futbolculuk döneminde hem de teknik adamlık boyutunda Barcelona ile yakaladığı başarılar inanılmaz seviyelerde. Yine İtalyan kurt teknik adam Fabio Capello da son 20 yılın en başarılı hocalarından sadece biri. Milan, Chelsea, PSG derken Real Madrid ile de saygı duyulacak kariyere sahip olan bir diğer İtalyan Carlo Ancelotti de diğer misafirlerimizden olacak.
Mourinho'nun hocası taktik dehası Van Gaal ve ele avuca sığmaz Alman Bernd Schuster de bu satırlarda konuğumuz olacak. "Kim daha iyi?" sorusunda Pele'nin baş muhatabı olan Maradona'yı da tabii ki unutmayacağız. Schuster ile Maradona'yı aynı fotoğrafta görünce ise "vay be" diyeceksiniz. Yeni yükselen isimler Montella, Koeman ve Simeone'yi de tabii ki ekleyeceğiz. Bir dönem yolu ülkemizden de geçen Mancini ve Souness'ın aynı karede görünce eminim ki duygulanacaksınız...
O zaman lafı fazla uzatmadan nostalji turumuza başlayalım. Şimdiden iyi seyirler...
![]() |
| Klinsmann (Bayern Münih) & Guardiola (Barcelona) |
![]() |
| Bernd Schuster (Barcelona) |
![]() |
| Klinsmann (Almanya) |
![]() |
| Carlo Ancelotti (Roma) |
![]() |
| Laudrup (Barcelona) |
![]() |
| Beckenbauer 1972 |
![]() |
| Dunga (Brezilya) |
![]() |
| Ronald Koeman |
![]() |
| Louis Van Gaal (Sparta Rotterdam) |
![]() |
| Maradona (Boca Juniors) |
![]() |
| Stoichkov & Mourinho (Barcelona) |
![]() |
| Torres & Simeone (A.Madrid) |
![]() |
| Montella & Totti (Roma) |
![]() |
| Mancini - Vialli - Souness (Sampdoria) |
![]() |
| Maradona & Schuster |
![]() |
| Dino Zoff & Fabio Capello |
15 Ocak 2015 Perşembe
Bol Şans Wilfried Bony...
MANCHESTER CİTY...
2008 yılında Arap Şeyhi Sheikh Monsour bin Zayed Al Nahyan'ın kulübü satın almasıyla Avrupa'nın elit takımları arasına katılan Manchester City, geçen 6 yıllık süreçte 2 kez Premier Lig Şampiyonluğu yaşadı. Bir türlü gelmeyen Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'nun getirdiği başarısızlık bir yana, bu kupada çeyrek final yüzü dahi göremeyerek tam bir hayal kırıklığı yaşadılar. Buna rağmen Ada'da her sezon şampiyonluk yarışının müdavimi oldular ve neredeyse her sezon kulüp sahibinin saçtığı paralarla büyük yıldızları satın aldılar.
Transfer konusunda Almanya'da Bayern Münih modelini örnek alan City, neredeyse her sezon Premier Lig'de sivrilen golcü futbolculara adeta bir servet harcayarak takıma kattı ve çoğundan da büyük zarara uğradı. Satın aldığı futbolculardan hem bir sonraki satış hem de kulübe katkı anlamında istediği verimi alamayan Manchester City'nin Premier Lig'de çok gol atan futbolcuları bir bir kadroya katmasından başka diğer ülkelerdeki yıldız futbolcuları da çoğu zaman transfer ettiğini de eklemeliyiz. Zira kulübün sahibinde bol para olunca neredeyse alamayacağınız futbolcu da olmuyor..

Premier Lig'de şüphesiz 2014'ün en dikkat çekici golcüsü Swansea forması altında 1,5 yılda 35 gol atma başarısı gösteren ve rüştünü fazlasıyla ispatlayan Wilfried Bony ve M.City de bu fırsatı kaçırmayarak potansiyeli yüksek Fildişili santrforu renklerine bağladı.
Devre arasında yapılan transferin takıma yarardan çok zarara uğrattığı düşüncesi, bize öğretilen ve aslında hiçte yanlış olmayan bir futbol klişesidir malum. İşte tam da bu anda tam 28 milyon Sterlin karşılığında 2015'in başında yapılan transferin ilham kaynağı ise tabii ki takımda var olan golcülerin sık sık sakatlığa uğraması. Bu arada City'nin Premier Lig'de çok gol atan futbolcuları bir bir kadroya katmasından başka diğer ülkelerdeki yıldız futbolcuları da çoğu zaman transfer ettiğini de eklemeliyiz. Zira kulübün sahibinde bol para olunca neredeyse alamayacağınız futbolcu da olmuyor. Tabii ki Messi ve Ronaldo hariç :)
Takımın 2008'den 2015'e kadar olan Arap sermayeli döneminde ilk yıllara nazaran son yıllarda daha az transfer yaptığını da net bir şekilde görebiliyoruz. Teknik direktör anlamında ise bu oran daha bir azalıyor. 6 yıllık süreçte sadece 3 teknik adamla çalışan City'nin şüphesiz Avrupa'nın elit takımlarından birisi olmasının en büyük mimarı da Roberto Mancini. Zira Mancini 4 sezon başında kaldığı takıma tam 42 yıl sonra efsane bir sezon sonrası şampiyonluk sevinci yaşattı. Mancini'nin altyapısını kurduğu sistemde Manuel Pellegrini ise daha sağlam adımlar attı ve geldiği ilk sezon takımını şampiyon yaparken bu sezonun devre arasında da Chelsea ile beraber şampiyonluğun en net 2 favorisinden biri konumunda...
İşte Arapların Manchester City'sinin sezon sezon aldığı ve fayda - maliyet analizinde sınıfta kaldığı işte o liste :
2008 - 2009 Jo (Brezilya) CSKA Moskova'dan 18 milyon sterlin
Robinho (Brezilya) Real Madrid'den 32,5 milyon sterlin
Craig Bellamy (Galler) Westham Unıted'dan 14 milyon sterlin
2009 - 2010 Emmanuel Adebayor (Togo) Arsenal'den 29 milyon euro
Roque Santa Cruz (Paraguay) Blackburn Rovers'tan 18 milyon sterlin
Carlos Tevez (Arjantin) Manchester Unıted'dan 25,5 milyon sterlin
2010 - 2011 Mario Balotelli (İtalya) İnter'den 28 milyon euro
Edin Dzeko (Bosna) Wolfsburg'dan 32,5 milyon euro
2011 - 2012 Sergio Aguero (Arjantin) Atletico Madrid'den 38 milyon sterlin
2012 - 2013 Scott Sinclair (İngiltere) Swansea'den 8 milyon sterlin
2013 - 2014 Stevan Jovetic (Karadağ) Fiorentina'dan 28 milyon sterlin
Alvaro Negredo (İspanya) Sevilla'dan 20 milyon sterlin
2014 - 2015 Wilfried Bony (Fildişi Sahili) Swansea'den 28 milyon sterlin
Yukarıda Bony hariç listedeki futbolcuların verimlik yüzdesinde; 100 üzerinden 95'le oynayan Aguero; 80 ile oynayan Dzeko ve yine son 2 yılındaki hayal kırıklığı sebebiyle 80 ile verim sağlayan Tevez haricinde Manchester City'nin, genel olarak golcü transferi anlamda karnesi kırıklarla dolu (50 puanın üzerine çıkan başka bir performans olmadı).
Wilfried Bony'nin CV'sinde bir başka dikkat çeken istatistiği ise; Swansea forması altında 1,5 sezon boyunca M.City'e 3, Liverpool'a 2, M.Unıted ve Arsenal'e de 1'er gol attığı gerçeği.
26 yaşındaki Bony, kendisi gibi bundan 4 sene önce devre arasında takıma gelip harika işler yapan takım arkadaşı Dzeko gibi bakalım Manchester City'de başarılı olabilecek mi? Hep beraber bekleyip göreceğiz...
2008 yılında Arap Şeyhi Sheikh Monsour bin Zayed Al Nahyan'ın kulübü satın almasıyla Avrupa'nın elit takımları arasına katılan Manchester City, geçen 6 yıllık süreçte 2 kez Premier Lig Şampiyonluğu yaşadı. Bir türlü gelmeyen Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'nun getirdiği başarısızlık bir yana, bu kupada çeyrek final yüzü dahi göremeyerek tam bir hayal kırıklığı yaşadılar. Buna rağmen Ada'da her sezon şampiyonluk yarışının müdavimi oldular ve neredeyse her sezon kulüp sahibinin saçtığı paralarla büyük yıldızları satın aldılar.
Transfer konusunda Almanya'da Bayern Münih modelini örnek alan City, neredeyse her sezon Premier Lig'de sivrilen golcü futbolculara adeta bir servet harcayarak takıma kattı ve çoğundan da büyük zarara uğradı. Satın aldığı futbolculardan hem bir sonraki satış hem de kulübe katkı anlamında istediği verimi alamayan Manchester City'nin Premier Lig'de çok gol atan futbolcuları bir bir kadroya katmasından başka diğer ülkelerdeki yıldız futbolcuları da çoğu zaman transfer ettiğini de eklemeliyiz. Zira kulübün sahibinde bol para olunca neredeyse alamayacağınız futbolcu da olmuyor..

Premier Lig'de şüphesiz 2014'ün en dikkat çekici golcüsü Swansea forması altında 1,5 yılda 35 gol atma başarısı gösteren ve rüştünü fazlasıyla ispatlayan Wilfried Bony ve M.City de bu fırsatı kaçırmayarak potansiyeli yüksek Fildişili santrforu renklerine bağladı.
Takımın 2008'den 2015'e kadar olan Arap sermayeli döneminde ilk yıllara nazaran son yıllarda daha az transfer yaptığını da net bir şekilde görebiliyoruz. Teknik direktör anlamında ise bu oran daha bir azalıyor. 6 yıllık süreçte sadece 3 teknik adamla çalışan City'nin şüphesiz Avrupa'nın elit takımlarından birisi olmasının en büyük mimarı da Roberto Mancini. Zira Mancini 4 sezon başında kaldığı takıma tam 42 yıl sonra efsane bir sezon sonrası şampiyonluk sevinci yaşattı. Mancini'nin altyapısını kurduğu sistemde Manuel Pellegrini ise daha sağlam adımlar attı ve geldiği ilk sezon takımını şampiyon yaparken bu sezonun devre arasında da Chelsea ile beraber şampiyonluğun en net 2 favorisinden biri konumunda...
İşte Arapların Manchester City'sinin sezon sezon aldığı ve fayda - maliyet analizinde sınıfta kaldığı işte o liste :
2008 - 2009 Jo (Brezilya) CSKA Moskova'dan 18 milyon sterlin
Robinho (Brezilya) Real Madrid'den 32,5 milyon sterlin
Craig Bellamy (Galler) Westham Unıted'dan 14 milyon sterlin
2009 - 2010 Emmanuel Adebayor (Togo) Arsenal'den 29 milyon euro
Roque Santa Cruz (Paraguay) Blackburn Rovers'tan 18 milyon sterlin
Carlos Tevez (Arjantin) Manchester Unıted'dan 25,5 milyon sterlin
2010 - 2011 Mario Balotelli (İtalya) İnter'den 28 milyon euro
Edin Dzeko (Bosna) Wolfsburg'dan 32,5 milyon euro
2011 - 2012 Sergio Aguero (Arjantin) Atletico Madrid'den 38 milyon sterlin
2012 - 2013 Scott Sinclair (İngiltere) Swansea'den 8 milyon sterlin
2013 - 2014 Stevan Jovetic (Karadağ) Fiorentina'dan 28 milyon sterlin
Alvaro Negredo (İspanya) Sevilla'dan 20 milyon sterlin
2014 - 2015 Wilfried Bony (Fildişi Sahili) Swansea'den 28 milyon sterlin
Yukarıda Bony hariç listedeki futbolcuların verimlik yüzdesinde; 100 üzerinden 95'le oynayan Aguero; 80 ile oynayan Dzeko ve yine son 2 yılındaki hayal kırıklığı sebebiyle 80 ile verim sağlayan Tevez haricinde Manchester City'nin, genel olarak golcü transferi anlamda karnesi kırıklarla dolu (50 puanın üzerine çıkan başka bir performans olmadı).
Wilfried Bony'nin CV'sinde bir başka dikkat çeken istatistiği ise; Swansea forması altında 1,5 sezon boyunca M.City'e 3, Liverpool'a 2, M.Unıted ve Arsenal'e de 1'er gol attığı gerçeği.
Tam 1 sene önce 01.01.2014'te oynanan Swansea - M.City mücadelesi
26 yaşındaki Bony, kendisi gibi bundan 4 sene önce devre arasında takıma gelip harika işler yapan takım arkadaşı Dzeko gibi bakalım Manchester City'de başarılı olabilecek mi? Hep beraber bekleyip göreceğiz...
12 Ocak 2015 Pazartesi
Baby Horse : Alex Morgan - 2
Yeşil sahaların "dişi Messi"si ya da "dişi Ronaldo"su benzetmesini yapabiliriz onun için. Boyalı tırnakları, makyajlı yüzü, 13 numaralı forması ve asla başından çıkarmadığı 'pembe tac'ı ile o artık bayan futbolunun en ünlü fenomenlerinden biri. Bizlere "bayan futbolu da varmış ve takibe değer" düşüncesini akıllarımıza sokan güzel, yetenekli ve bir o kadar da sempatik bir futbolcu...
Bundan yaklaşık 2 ay önce yine burada biyografisi ile beraber sizlere tanıtmaya çalıştığım Alex Morgan yazımızı yeni fotoğraflarla tekrar gündeme almak istedim. Erkek futbolundan sıkılanlar ve değişiklik yapmak isteyenler için bayan futbolunu ve özellikle de Alex Morgan'ı takip etmek bence tam size göre :)
Alex Morgan yazı dizisinin ilkini okumak ve fotoğraflara ulaşmak için :
http://serdarilefutbol.blogspot.com/2014/11/baby-horse-alex-morgan.html
Kariyerini ABD'de sürdüren ve ABD Milli Takımı ile de sayısız gole imza atan 25 yaşındaki Baby Horse lakaplı Alex Morgan'ı gelin fotoğraf kareleriyle tekrar hatırlayalım...







Bundan yaklaşık 2 ay önce yine burada biyografisi ile beraber sizlere tanıtmaya çalıştığım Alex Morgan yazımızı yeni fotoğraflarla tekrar gündeme almak istedim. Erkek futbolundan sıkılanlar ve değişiklik yapmak isteyenler için bayan futbolunu ve özellikle de Alex Morgan'ı takip etmek bence tam size göre :)
Alex Morgan yazı dizisinin ilkini okumak ve fotoğraflara ulaşmak için :
http://serdarilefutbol.blogspot.com/2014/11/baby-horse-alex-morgan.html
Kariyerini ABD'de sürdüren ve ABD Milli Takımı ile de sayısız gole imza atan 25 yaşındaki Baby Horse lakaplı Alex Morgan'ı gelin fotoğraf kareleriyle tekrar hatırlayalım...





İşte Alex Morgan'ın 3 sene önce Boston Breakers filelerini havalandırdığı akıl dolu gol :


Kaydol:
Yorumlar (Atom)









.jpg)

.jpg)
.jpg)



























